21 Ocak 1994. Günlerden cuma.
1. dönemin bitip şubat tatilinin başladığı gün. Karneler alınmış.
Bilun, Selin ve ben okul çıkışı İstiklal’de turlayacağız.
Önce İstiklal’in başında el sanatları sergisinden kendimize 3 tane bindi alıyoruz.
Bir alnımızın ortasına, bir burnumuzun altına yapıştırıp duruyoruz. Selin sarı ve kıvırcık saçlarıyla bir Hintli’ye asla benzemiyor. Ben ise hafif çekik gözlerim ve çilli yüzümle anca melez olabilirim. En güzelimiz, bir Hintli’ye en benzeyenimiz Bilun oluyor.
Yüzümüzdeki bindilerle İstiklal’de bir aşağı bir yukarı yürüyoruz. Herkes bize bakıyor: Kimi laf atıyor, kimi gülüyor.
1994 yılında bana hypoglisemi teşhisi konmuştu. O yıl tatlıyla aramı kestiğim yıl.
Heralde karnem iyi olmalı ki birlikte İnci Pastanesi’ne giriyoruz.
Üçümüzün yüzünde bindiler.
Büfenin arkasında durup tabaklara profiterol dolduran garsonlardan biri, Bilun’un bir Hintli’ye benzerliğini onaylamak istercesine ona göze kırpıyor. Çok eğleniyoruz.
İnci’nin masalarının dayalı bulunduğu duvar aynalarla kaplı. Aynların birinin kenarındaki çerçeveye bir resim sıkıştırılmış. O zaman oradan buradan bulduğu şeyleri eve götüren, defterine yapıştırabilediklerini günlüğüne yapıştıran biri olarak çaktırmadan resme el koyuyorum.
Günlüğümde resmin altında Bilun’un bir notu var. Resimdeki kadından “Nurullah Hanım” diye söz etmiş.
Sahi kim bu Nurullah Hanım? Nurullah Hanım erkek adı olduğuna göre bu adı kesin biz uydurmuşuz. Ama neden? Ayrıca o resmi oraya kim koymuş?
Bütün bunlar yanıtsız kalıyor; ama, bir zamanlar birinin kızı, sevgilisi belki de annesi olan Nurullah Hanım’ın belleğimdeki İnci Pastanesi imgesi hiç kaybolmuyor.
+++
Film Festivali yaklaşırken, zihnimde Cercle d’Orient görüntüleri geçiyor.