Muhteşem ikili ve Marjane Satrapi

Bu sabah biraz keyif yaptım. İşe gitmeden önce Nero’da durakladım. Muhteşem ikili bir ardaydı: İstanbul film festivali kataloğu ve kahve.

Festival filmlerini tek tek okudum. Uzunca bir listem var. ilerleyen günlerden filmlerle ilgili elbette yazarım.

Bu yıl  sinema derslerine konuşmacı olarak Marjane Satrapi’nin gelecek olması beni ayrıca heyecanlandırdı.

Satrapi’nin hemen hemen tüm çizgi romanlarını okudum. Persepolis dışında bir başka favorim de Emroideries. Türkçe’ye ‘Dikiş Nakış’ adıyla çevrildi. Dikiş Nakış, bir ev buluşması sırasında birbirine yakın bir grup kadının  o güne kadar anlatmadıkları konular hakkında birbirlerine açılamaları üzerine. İran’da yaşam, kadın olmak, cinsellik, tabular…

Persepolis’in filmini izledikten sonra çok etkilenmiş ve Satrapi’nin kitaplarını toplamaya başlamıştım. Kendisinin hem yazıp hem çizdiği çocuk kitaplarını da o sırada keşfettim. Hatta bu kitaplardan birini CANAVARLAR KEDİLERDEN KORKAR adıyla bastık (Marsık Yayıncılık).

Masal, Marie adlı küçük bir kızın karanlıktan korkmasını konu ediyor. Marie canavarların, gökyüzünde ay varken onu rahatsız etmediklerini fark edince, ayı kesip odasında tutsak etmeye karar veriyor ve bir anda kente bir kargaşa başlıyor…

Festivalde, bu yol Satrapi’nin uzun metrajlı filmi Chicken with Plums(Azrail’i Beklerken)’ı izleme olanağı da bulacağız.

* * *

SİNEMA DERSİ: MARJANE SATRAPI – NASIL SİNEMACI OLDUM

2 Nisan Pazartesi – 16.00

SALON IKSV

Tel: (0212) 334 07 52

Çocuk ve Ölüm

Geçenlerde arkadaşlarımızla oturuyoruz. Yanımızda 7 yaşındaki oğulları da var. Konuşma sırasında birden ortaya çıktı ki, torun henüz babaannenin ölümünden habersiz. Er ya da geç öğrenecek kuşkusuz. Ancak anne-baba, doğru zaman hangisi emin değil.

Acaba çocuklardan ölümü saklayarak ya da onlara bir yakınının öldüğünü geç söyleyerek iyi mi yapıyoruz kötü mü? Onları birşeylerden korumaya çalıştığımızı düşünürken acaba kafalarında başka sorulara mı neden oluyoruz?

 *   *   *

Türkiye’deki çocuk kitabı yayıncılarının, çevirtip yayımlamak üzere kitap seçerken elediği bazı konular vardır. Bunlardan bir tanesi de ölüm teması. Biz ölüm konusuna hiç değinmez; çocuklarımıza bunu nasıl anlatacağımızı hiç bilmezken yurtdışında bu konuda yazılmış pekçok çocuk kitabı olduğunu biliyorum.

Bizim  Marsık Yayıncılık olarak çocuklar için dergisini yayımladığımız Hollandalı bir karakter var: Miffy. Dergiyi yaratım sürecinde; bu sevimli tavşanın öykü kitaplarını ve style guide’nı sıkça kurcalıyorum. Bu kurcalama sırasında; Miffy’nin yaratıcısı Dick Bruna’nın cenaze ve mezarlık temasını işlediği bir macerasının görsellerine de rastladım. Bu macerada Miffy büyükannesini kaybediyor. Çizimlerde, bu duruma çok üzülen Miffy’nin mezarlık başında ağlayan görüntüleri var. Dikkat! Miffy, okul öncesi çocuklar için hazırlanmış. Oldukça basit tasarımıyla hitap ettiği yaş grubunu kimi zaman ikiye kadar da düşürüyor.

Acaba ölüm de öğrenilen bir şey midir? Cenazelerde pek çok yetişkinin ‘ben bu durumda ne yapacağımı bilemiyorum’, ‘ben arayamam, telefonda ne diyeceğimi bilemiyorum’, ‘ben gelemem mezarlıklarda kötü oluyorum’ gibi şeyler söylediklerini hepimiz duymuşuzdur. Acaba bu durum küçük yaşta ölüm kavramını öğrenmediğimizden mi kaynaklanıyor? Bir yakının kaybı elbette çok acı. Ama bunu hepimiz bir şekilde yaşıyoruz. (Bunu yazarken ani kayıplardan, erken ölümlerden söz etmiyorum elbette.)  Aslında belki de yetişkinler olarak biz kendimizi ölüm duygusuna hazırlayamadığımız için, bunu çocuklarımızdan da saklıyoruz.

Ancak çocuklar, her konuda olduğu gibi bu konuda da rahat olabiliyorlar. İşte sizlere yakınlarımdan duyduğum bazı örnekler:

Defne’nin dedesi hastalanır ve hastaneye yatar. Defne’nin annesi durumu nasıl anlatacağını kestiremez ama ona bilgi de vermek ister. “Bugün deden hastanede; çünkü çok hasta,” der. Defne kısa sürede duruma alışır ve her gün annesi geldiğinde ona dedesini sorar, hastalığı hakkında bilgi alır. Maalesef dede ölür. Anne eve gelir. Defne heyecanla dedesinin durumunu sorduğunda, annesi ne diyeceğini bilemez. Sonra ona bir şekilde durumu anlatmaya çalışmanın en iyi seçenek olduğuna karar verir. Onu pencerenin yanına çağırır ve gökyüzündeki bulutları göstererek “Defnecim deden artık aramızda değil. Gökyüzünde. Bulutların arasında meleklerle birlikte. İstediğin zaman ona el sallayabilirsin,” der.

Defne birden sinirlenir annesine döner ve… “Ne yani onu gömmediniz mi?” diye sorar.

 *   *   *

Pedagog, Cem’in ailesine oğullarının ölüm kavramına alışması için onu uzak bir akrabalarının cenazelerine götürmelerini salık verir. Cem heyecanlıdır. Ne yapacağını bilemez. Oraya gittiklerinde annesine sürekli sorular sorar:

– Neden herkes ağlıyor?

– Çünkü … artık yok. O öldü. Herkes onu bir daha göremeyeceği için çok üzgün ve bu nedenle de ağlıyor.

– İnsanlar ellerini yukarı doğru kaldırarak ne yapıyor?

– Dua ediyorlar. Ölen kişiyi düşünüyorlar ve ona iyi dileklerde bulunuyorlar.

Cem bir an sessiz kalır. Sonra kocaman gözlerle sorar:

– Ben hiç dua bilmiyorum. Atatürk şiiri okusam olur mu?

 *   *   *

Bora’nın dedesi ölmüştür. Babası yanına gelir ve dedesinin artık olmadığını çok uzaklara gittiğini söyler.

Bora sinirlenir: “Peki ama bana yüz lira verecekti? Şimdi onu kim verecek?”

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: