İstanbullular çok şey kaçırdı… Ve Deolinda Sahnede…

Deolinda ile tanışmam bundan 3-4 sene öncesine dayanıyor. Lizbon’a gittiğimizde bizi bir gece evinde ağırlayan Portekizli yayıncı arkadaşım Criştina’ya kimin CD’sini alalım diye sorduğumuzda hiç tereddüt etmeden bize “Deolinda” demişti.

O zamandır dinliyorum Deolinda‘nın Canção ao lado adlı albümünü. Hem de sözlerinden hiçbir şey anlamadan.

Ve o Deolinda dün akşam istanbul’da az sayıda seyirciye unutulmaz bir konser verdi. Az sayıda seyirciye derken en büyük taşı CRR’ye atıyorum. Uzun süre konserin nerede olduğunu öğrenemedim bile. Keşke biraz daha erken duyuru yapabilselerdi.

İşte Deolinda’nın solisti Ana Bacalhau ve müzik arkadaşları Pedro Da Silva Martins (gitar), Zé Pedro Leitão (Kontrbas) ve Luis José Martins (gitar).

Ana, Portekizli kadınların omuzlarına attıkları uzun saçaklı şallardan dikilmiş kırmızı bir elbiseyle çıktı karşımıza. Kulağına kocaman sardalya küpeler takmıştı. Beni ve pek çok izleyiciyi peşinden Lizbon’a götürdü. Beraber meydanlarda dolaştık. Balık konservesi satan dükkanlara girdik çıktık, vinho porto içtik, dans ettik, şarkı söyledik…

Şarkılarının arasında sık sık bizlerle sohbet etti. Bize şarkılarını anlattı, Portekizi anlattı.

                                       “Biz geleneksek Fado yapmıyoruz. Ama Fado’dan etkilendik bu doğru…”

Sözlerini bu kadar anlamadığım bir şey gerçekten bu kadar eğlenceli olabilir mi? Hele bir de bu Fadoysa… Yani hüzünlü tonlardan, acı sözlerden oluşan bir parçaysa…

Oluyormuş işte. Çünkü Pedro hem sözleriyle hem de müziğiyle fadoyu günümüz insanına ulaştırmayı başarmış. Özellikle de gençlere.

Ana’nın sahnedeki dansları ve şarkı sözlerini teatral anlatımıyla tüm şarkılar daha da anlam kazandı. Yeri geliyor ya giden siyah kuşun arkasından pencerede ağlayan kız oluyor ya da festival zamanı beğendiği çocukla dans etmek isteyen kız…ya Maço bir adam omuzlarını kaldırmış aksırıp tıksırarak sokaklarda dolaşan ya da haykırıp umutsuzca geleceğini sorgulayan genç…

Anladım ki Fado gerçekten sözleriyle var…

Bu arada Erasmus ile İstanbul’a okumaya gelen o bir grup Portekizli üniversite öğrencisi olmasa salonun iki yakası arasında bu kadar çabuk bir bağ kurulur muydu bilemem. Onlar sayesinde İstanbullu seyirci de alkışlamaya, elleriyle tempo tutmaya, başıyla dans etmeye ve  hatta Ana’nın yardımıyla sözleri mırıldanmaya başlamıştı ki…Vão sem mim, que eu vou la tér…Vão sem mim, que eu vou la tér… konser bitiverdi.

Bis için tekrar sahneye çıktıklarında bugünün gençliğinin gelecek kaygısını anlatan hüzünlü bir parça daha dinlettiler bize.

Deolinda’nın alçak gönüllü müzisyenleri ilk kez geldikleri İstanbul’da müzik severleri yine de hemen bırakmadılar. Konser sonunda koşarak fuayeye geldiler. İzleyicilerin kimi oradan aldığı Cd’yi imzalattı, kimi mendilini, kimi de üzerindeki t-shirt’ü.

Alparslan Abi ve ben de bunu fırsat bilerek hemen bir resim çektirdik.

Eğer bir gün canınız Portekiz’e gitmek isterse sahnede bıcır bıcır dans eden bu kızın şarkıları mutlaka sizi peşi sıra çağıracak!

İşte o zaman size kalmış…

Ya  Movimento perpetuo associativo adlı şarkıda söylendiği gibi …Vão sem mim, que eu vou la tér… ‘Sen git ben sonra gelirim dersiniz’ ve günümüz kentlisi gibi olduğunuz yerde siner kalırsınız ya da hiç tereddüt etmeden peşleri sıra gidersiniz o büyülü dünyaya!

Buyrun…

UM CONTRA O OUTRO

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: